29 Aralık 2011 Perşembe

Yazmak ve Mutluluk Üzerine

Nereden ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum aslında. Bu zamana kadar, kalemimi elime alıp mutluluğa ve yaşama sevincine dair satırlar yaz(a)mamıştım. Yazamayışım, mutlu olamadığımdan değil, mutluyken duygularımı satırlara dökemediğimdendi. Sanki bu beyaz, tertemiz sayfalar hüzünle ve acıyla kirletilmek, mutsuzluğa dair düşünceleri dile getirmek için vardı.
İçimde biriken onca duygu selini, önümde duran kağıtlara umutsuzca döküşüm her insan gibi beni de mutlu etmiyordu. Beni mutlu eden şey, yaşadıklarımın veya yaşayamadıklarımın içine biraz kurgu katıp onları yazma eylemine dönüştürmekti.
Şu bir gerçek ki; 19 yaşındayım ve bu yaşıma kadar yapabildiğim en olumlu şeyin, yazmak ve yazarak özgürleşmek olduğunu düşünüyorum.
Yazdıkça, özgürleşmekten bahsettiğim için bu yazıyı okuyanlar özgür olup olmadığım konusunda şüpheye düşebilir. Şöyle açıklayayım; Hiçbir zaman, ailesi ve çevresindeki insanlar tarafından kısıtlanan ve özgürlüğü elinden alınan bir birey olmadım. Tam tersi, kendi kendime çizdiğim sınırlarım vardı. Onları aşmak, hayatımda olup bitenleri sorgulamak ve planladıklarımı gerçekleştirebilmek için yazmaya başladım.
Yazımın başında, nereden ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum demiştim, bu yazıyı  neden yazdığımı da. Ama artık biliyorum. Franz Kafka’nın babasına yazdığı mektupta bahsettiği gibi “Yazmak, özgür olmaya çalışmaktır.” bunu sonradan fark ettim. Ben, zaten özgürdüm ama yazdıkça daha da özgürleşiyordum ve bu özgürlük bana mutluluk olarak geri dönüt sağlıyordu. Çevremdeki insanları gözlemlediğimde de birtakım şeylerden mahrum bırakılmış ve birileri tarafından düşüncelerine kilit vurulmuş insanların mutsuz olduğunu ve hayattan hiçbir beklentileri olmadan yaşadığını gördüm. Yazmak eylemi, bir tür terapiydi benim için. Yazdığım şey her ne olursa olsun yazmaktan mutlu oluyordum.
Belki hüzünle doğdum, hüzünle yaşadım, hüzün kokan yazılar yazdım ve biliyorum hüzün dolu gözyaşlarıyla uğurlanacağım bu hayattan. Ama sanmayın ki geride bırakacağım hayat hüzün dolu olacak. Ben bütün hüzünlerimi bu yazıyla terk ediyorum…
Yüreğim fısıldıyor kulağıma; var mısın mutluluğa?
Kendimi olduğum gibi ifade edebildiğim için yazıyorum ve mutluluğa varım diyorum.
İREM NAZLINUR ÇETİN

25 Kasım 2011 Cuma

J.P.Sartre

Her türlü özlem kendinedir,
Her seste kendini dinler insan,
Bilinmeyen limanlara yelken açar,
Her gördüğünü kendi rengiyle boyar...
Her şehir bir büyük ruhun yansımasıdır,
Her gittiği yerde bir parçası kalır insanın,
İnsan kendi tahtına oturana kadar hep kayar,
Her basamak bir öncekinden daha yüksektedir...
Basamaklar bitince sonsuz düzlük sonsuzluğa uzar,
Her ses bir diğerinin yerine göre yer tutar boşlukta,
Dıştaki sınırların içinde kalanına varlığım der...
Kendinin çizmediği hiçbir sınır kendi değildir,
Her zaman kendi için başkalarına uzar,
Yanlış yerde arayan yanlış şey bulur,
Buğday başağından habersizdir,
Her gün kendi şafağını taşır.
Bilmediğiniz bir işi bildiğiniz birisiyle yapmaya kalktığınızda, bildiğiniz kişinin aslında bilmediğiniz birçok yönü olduğunu öğrenirsiniz...

Jean-Paul Sartre
 

10 Kasım 2011 Perşembe

Sonbahar Ölüm Mevsimidir!



Olmuyor,çoğu insan gibi bende sevemiyorum sonbaharı.Ağaçların yapraklarını döküp çırılçıplak kaldığı,çiçeklerin boyunlarını büküp solduğu,gökyüzünün güneşini yitirip içine kapandığı,kapkara bulutların gururluca boy gösterdiği,hüzünlü yağmurların şehirleri esir aldığı,yıldızların bir süreliğine gökyüzünden silindiği,her şeyin donuklaştığı,yazın tüm neşesinin bitip canlılığın kalmadığı bir mevsim,sonbahar…
Her şeyin canlılığını yitirdiği bir mevsimi insan zaten nasıl sevebilir ki ?
Yaz mevsiminin sıcaklığından,canlılığından,hareketliliğinden bir anda sıyrılıp sonbaharı yaşamak mümkün değil.Hele de insanoğlu için hiç değil.’’Değişmeyen tek şey,değişimin ta kendisidir.’’ ünlü bir söz mantıklıda ama insanoğluna tezat bir söz.Çünkü, insanoğlu bir anda gelen değişimlere ayak uydurmakta zorluk çeken ya da onları kabullenmeyen bir tür.İşte bu yüzden sonbahar gelince de insanın içini bir hüzün, bir kasvet, yaz mevsiminden ayrılmanın acısı sarıyor.Bir anlamda uyuşuklaşıyor,karmaşıklaşıyor insan.Ne isteyip ne istemediği ya da ne yapıp ne yapmayacağı konusunda karar veremiyor.Sonbahar,dengesini bozuyor insanın.Hani derler ya sonbahar en güzel aşkların bile sona erdiği mevsimdir.Yüreklerdeki sevgiyi,aşkı,umudu alıp götürür yerine hüznü,ayrılığı ve daha ne kadar tuhaf duygu varsa onları getirir bu mevsim.Kış mevsiminin sert ve soğuk havalarından bile daha acımasızdır sonbahar.Sahip olunan her şeyi yaprak dökümü gibi alıp götürür.Geriye yağmurları bırakır,insanların gözlerinden dökülen gözyaşı yağmurlarını…
Sinsi,acımasız,gurursuz,bencildir sonbahar.Diğer üç mevsim gibi değildir çok farklıdır,bunu da fark ettirir çevresindekilere.

Hırçın dalgaları kayalara sertçe vurduran bu mevsimdir.

Yağmurlara özgürlüğünü verip sağanak sağanak yağdıran bu mevsimdir.

Doğanın tüm neşesini kaçırıp,onları sessizliğe boğan yalnızlığa terk eden bu mevsimdir.

İnsanların yüreklerinden süzülen karmakarışık duyguların sahibidir bu mevsim.

Bu mevsimdir insanlara asık suratlılık yükleyen,onları kimsesizleştiren.

Yalnızlığın,sessizliğin,kayıtsızlığın mevsimidir sonbahar.

Sahi,hiç gördünüz mü sonbaharı seveni?
Ben,şimdiye kadar hiç rastlamadım..İnsanoğlu sevmez kendini hüzne boğan,yalnızlığa iten olağan durumları.

İşte böyledir sonbahar sevilmez,sevdirtmez de kendini.Ah ettirir insanları.Tüm canlılığını alır cansızlığa iter doğayı bir süreliğine.Bu mevsimin son zamanlarını yaşadığımız şu günlerde bile kim bilir belki birileri için yaşamın da son baharıdır.Kim bilir belki de bazıları için ölüm mevsimidir sonbahar…Belki de ölüm zamanı…

İrem Nazlınur ÇETİN

3 Ekim 2011 Pazartesi

Eski Ben Değilim Artık!

Aynaya bakmaya korkar oldum bu aralar.Bakıp da silüetimle baş başa kaldığımda neler olabileceğinin farkındayım.Kendimdeki değişiklikleri görmeye henüz hazır değilim,belki de hiçbir zaman hazır olmayacağım.Çoğu zaman çatışacağım yeni ben’imle.Ya da eski ve yeni ben’im arasında sıkışıp kalacağım.Veya herhangi birini tercih edeceğim kim bilir.Bunlar,gereksiz ayrıntılar.Aslolan hem bedenen,hem ruhen bir değişim yaşamış olmam.Ve,ben bu değişimin olumlu olduğunu düşünüyorum.Tüm olumsuzluklardan bir olumluluk(değişim) yaratabildiğim için de kendimle gurur duyuyorum.Çünkü,insanoğlu birtakım kalıplardan ya da kendisi için çizilmiş sınırlardan çıkıp da sahip olmak istediği değerleri yaratacak kadar gücü bulamıyor çoğu zaman kendinde.Sıkışıp kalıyor aklının odalarına.Değişim yaratacak kapıyı bulsa da sınırları aşıp da açamıyor o kapıyı.Kendini olduğu gibi kabul etmek zorunda kalıyor mutsuz olsa bile.Bende mutsuzdum- yani bir zamanlar-.Olumlu düşünemiyor,olaylara hep ters açılardan bakıyordum,ve hayata dair çarpıtılmış düşüncelerim vardı.Değişmek zordu,ama imkansız değildi.Kararlıydım,hem değişmezsem hayatımdaki bazı olaylar çıkmaza girebilir,beni mutsuzluğun en dibine depreyona hatta daha kötüsü intihara bile sürükleyebilirdi.Bir yerlerden başlamak lazımdı.Önce düzlüğe çıkmalıydım,sonra hayata farklı açılardan bakabilmeyi öğrenmeliydim.Profesyonel yardım almaya başladım.Uzun bir süreçti ama başarıyla tamamladım.Olaylara farklı ama doğru açıdan bakabilmenin,zor bir şey olmadığını gördüm.Ve,görüp anladıkça hayatı sevmek için büyük adımlar atmış oldum.Şimdi,geriye dönüp baktığımda ufacık ayrıntılar için hayatı kendime zehir ettiğim zamanlara gülüyorum.Kendimi bir hiç yerine koymuş.Özgüven kelimesini lügatımdan ve hayatımdan silmiştim.Amaçsızca yaşıyor,olup olmadık zamanlarda ani tepkiler vererek çevremdekileri kendimden soğutabiliyordum.Sahip olamadıklarım için boş yere kendimi üzüyor çoğu zaman ağlama krizlerine giriyordum.Hep,geceye akıtıyordum gözyaşlarımı.Geceydi benim dostum.Karanlıklardı.Şimdiyse gündüz vaktini seviyorum. Sabahları uyandığımda güneşin bütün sıcaklığı yayılıyor bedenime,pozitif enerjiyle doluyorum.Sahip olamadıklarım için üzülmeyi bıraktım,sahip olduğum insanlara onları ne kadar çok sevdiğimi söylüyorum.Keyif almayı ve çevremdekilerle mutlu olmayı öğrendim.Şimdi sorsalar hangi ben’i daha çok seviyorsun diye ? İnanın,yeni ben’i daha çok sevdim. Onun sayesinde yeni bir hayat arkadaşım da oldu.Adı ne biliyor musunuz ?
MUTLULUK.

İREM NAZLINUR ÇETİN

Ağustos 2011.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Çocuklar Sizin Çocuklarınız Değil.


Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.



Khalil Gibran.

30 Ağustos 2011 Salı

Cumhuriyet Güneşi-30 Ağustos Zafer Bayramı...


İşte bugün!
Evet,işte bugün kurtuldu bu topraklar düşman işgalinden.
‘’Geldikleri gibi giderler’’dedi Atatürk’üm,
Ve gittiler…
Azmin,kahraman Mehmetçiğin,bu ülkenin haklı zaferiydi 30 Ağustos.
Haklı mücadeleydi bu topraklar için dökülen kanlar,yılmadan savaşan ecdatlar,askerler,yüreği vatan sevgisiyle çarpan,cepheye mermi taşıyan analar…
Bayrak,dil,bağımsızlık ve onurlu Türk Milleti içindi bu kararlı haklılık.
Tarihte kim göstermiş böyle kahramanlık söyleyin.
Kim kanını toprağa katmış,vatan için hangi millet ?
Hangi millet,hangi ulus,hangi asker ?
Vatanı,toprağı,bayrağı,dili, için vermiş canını korkusuzca ?
İşte budur,Türk Askeri,Türk Milleti,Türk Komutanları…
İşte böyle korkusuz ve yüreklidir.
‘’Bayrağı,bayrak yapan üstündeki kandır.‘’ denmemiş boşuna.
Her bir kandır,bayrağa al rengini veren,her bir candır vatan toprağı uğruna,toprağa şehit olup düşen!
Her bir yürektir,yüreksiz ve soysuzlara karşı korkusuzca savaşan!
‘’Türk toprağı !
Kutlu olan sensin.Sana her şey feda olsun. ‘’ demiş Büyük Komutan Mustafa Kemal.
Ey,Mehmetçik !
Vatan toprağı için,feda ettiğin o kanlar helal olsun sana.
Ruhun şad olsun,bedenin huzur bulsun.
Ve Büyük Komutan,
Mustafa Kemal…
Senin eserindir bu ülke,
Ve daima öyle kalacaktır…
Cumhuriyet Güneşi,
Kendine çok ama çok iyi bak.
İZİNDEYİZ…

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

TÜRK,ESİRLİK KABUL ETMEYEN BİR MİLLETTİR.




İREM NAZLINUR ÇETİN
30.08.10

28 Ağustos 2011 Pazar

Adı Yok Bu Şiirin Ve Sensizliğin...


Satırlar kayıp gidiyor ellerimin arasından,
Bir sır olup kayboluyor benliğim
Gözyaşlarım düşüncelerimin tercümanı oluyor
Yüreğim haykırıyor sensizliğe isyan edercesine..
Ruhum kifayetsiz kalıyor bu bedeni taşımaya,
Bedenimse titriyor bu ıssız gecede.
Kaleminden dökülenlerse yine kaderime…

İrem Nazlınur ÇETİN/31.10.09

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Jose Marti



AYNI YALINLIKLA ÖLMEK İSTERİM

Aynı yalınlıkla ölmek isterim.
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde.
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.

Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.

Jose Marti.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Hayatın İnsana Verdiği En Büyük Armağan(Eski Yazılarımdan Birisi)


Hiç düşündünüz mü hayatın insana verdiği en büyük armağan nedir ? Bir çok şey satın alınabilecek tonlarca para mıdır ? Küçük ama gururlu mutluluklar mıdır ? Ya da bunların dışında insanoğlunu tatmin eden herhangi bir şey midir ? Bu sorulara cevabım belki çok farklı olabilirdi ta ki yaşadığım küçük bir olaydan sonra hayattaki en büyük armağanın ‘’Sağlık’’ olduğunu anlamama kadar.Evet,bu dünyadaki hiçbir şey sağlığımızdan önemli değil.
Daha birkaç gün önce gerçekleştiremediğim hayallerim için hayal kırıklığı yaşarken ya da sebepsizce aciz gözyaşları dökerken bugün yaşadığım olay bana hiçbir şeyin sağlıktan daha önemli olmadığını yıkılan her şeyin yeniden ayağa kaldırılabileceğini bunların gerçekleşmesi için de önce sağlıklı olmamız gerektiğini hatırlattı bana.Çünkü bugün yaşadığım olay bambaşkaydı ya da beni çok etkiledi bilemiyorum.

Parktaydım,karşımda felçli,küçük bir kız çocuğu annesi sayesinde birkaç adım atmaya çalışıyordu.Arkasındaki babası ise biraz mahzun ama mutlu bakışlarıyla onun adım atmasını seyrediyordu.Kim bilir, belki de o adımlar küçük kızın hayattaki ilk adımlarıydı…
Peki,düşünebiliyor musunuz o küçük kızın psikolojisini ? Çevresinde deliler gibi koşup oynayan onca çocuk varken o sadece birkaç adım atmanın mutluluğunu,bir o kadarda o çocuklar gibi koşup oynayamamanın burukluğunu yaşıyordu içinde.Peki ya annesi ve babası onlar.Onlar belki de kızlarının birkaç adımına bağlamışlardı o fani hayatlarındaki küçük mutluluklarını.Ya da belki bir sokak kedisinin açlığı kadar zavallı  hissediyorlardı kendilerini kızlarını iyileştirebilmek için ellerinden bir şey gelmediği için.
İşte ‘’o’’ anlar vardır ya.Hayatın en acımasız yönlerini ortaya çıkaran enstantanelerden biriydi o şahit olduklarım.İçimde bir şeyler koptu sanki.Allah’a şükür sağlıklıydım elim, ayağım,bütün uzuvlarım tutuyordu.O küçük kızın yaşadıklarını yaşamadım ben belki ama hem onun yerine koydum kendimi hem de yıllar önce ailemden bir insanın gözümün önünde eriyip gittiği aklıma geldi.
Daha 4-5 yaşındaydım.Tam olarak bile hatırlayamıyorum yaşadıklarımı.
Tek hatırladığım,büyükbabamın kanserden dolayı gittikçe yaşamdan kopuyor olmasıydı.O koskoca iri yarı adamı kanserin nasıl yiyip bitirdiğini gördüm.
Sıkça gidiyordum ziyaretine ve her gidişimde biraz daha yok oluyordu büyükbabam.O koskoca 2 metrelik adam o bembeyaz çarşaflı yatağın içinde gittikçe küçülüyordu.
Çok da geçmedi o bembeyaz çarşaf dedemin kefeni oldu.
Kim bilir bu kaybettiğim kaçıncı insandı hayatta ?
Geride kalmak,terk edilmek her zaman zordur.Ama önemli olan hayatta kalabilmek, kaybettiklerimizi de kalbimizde yaşatabilmektir.
Tüm kaybettiklerime…
Nefes aldığım  ve ‘’sağlıklı’’ olduğum her an sizi yaşatacağım,size ait olan kalbimde.

Hayatı sevmiyorum,ailemi seviyorum çünkü onlar benim hayatım…

İREM NAZLINUR ÇETİN

22 Temmuz 2011 Cuma

Bırak Dağınık Kalsın Düşlerin...



Sahip olduklarımız,sahip olmayı hayal ettiklerimizdir belki de.Sahip olmayı istediğimiz ne varsa onun için çabalarız hayatta.Doğarız,büyüyüp gelişiriz .Büyüdükçe isteklerimiz,sorumluluklarımız da artar.Apayrı bir çaba içerisine gireriz.Aslında bu, kendimizi bulma,yani kişisel bir kimlik oluşturma çabasıdır.Topluma kendimizi kabul ettirmek için uğraş verirken bir yandan da bireysel düşüncelerimizi harekete geçiririz.Hayal ettiklerimizin peşinden koşmaya başlarız.Kimi zaman hayallerimiz uğruna zifiri karanlıklara korkusuzca dalarız.O karanlıkta aradığımız tek şey aydınlıktır.Çünkü,hayallerimizin başlangıcıdır aydınlık,güneşli günler,masmavi gökyüzü… 
Kimi zamanda aydınlık sandığımız karanlıklara gireriz.Yağmurun yağışı,gök gürültüsü,fırtınalı havalar hepsi karanlığın başlangıcıdır.Hayalleriniz kör karanlıklarda kaybolur.
Benim hayallerimde kayboldu…
Oysa,ben güneşli bir günde rengarenk balonlar almıştım.Masmavi gökyüzünün altında balonlarımla denizi selamlıyor,martıların denizin üzerinde özgürce süzülmelerini izliyordum.
Taa ki gökyüzünün aniden kapkara bulutlara bürünüp,şiddetli yağmura dönüşmesine kadar.Biraz önce tenimi yakan güneş artık yoktu.Kara bulutlar hakim olmuştu gökyüzüne.Derken fırtına çıktı,azgın dalgalar şiddetle kayalara vurmaya başladı.
Şaşkınlık içindeydim.Denizin kenarında öylece kalakalmıştım.Bir anda her şey nasıl da tersine dönmüştü.Rengarenk balonlarım,kapkara bulutlara kafa tutuyordu adeta.Fırtına da şiddetini artırmıştı.Ortalık toz duman…Birden aklımda bir şimşek çaktı.
Dedim ki içimden:Bırak o balonu,bırak gitsin…Ona verebileceğin en büyük hediye özgürlüktür.
Ve,aniden bırakıverdim balonları elimden.Denizin üzerinde tıpkı martılar gibi süzülerek gökyüzüne yükseldiler…
Neden mi bıraktım gökyüzüne o balonları yani düşlerimi?
Çünkü,düşleri özgür olmayanın aklı tutsak kalır…

İREM NAZLINUR ÇETİN


Temmuz 2011

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Huzurlu Ölmek İstiyorum!

Başta, insanlar olmak üzere herkesten kaçıyorum,kaçabildiğim kadar.Koşuyorum sığınabileceğim bir yer bulana dek.Sığınacak yer ararken bütün yaşadıklarım aklımdan geçiyor.Onları umursamıyorum,ben yaşayamadıklarımın peşinden koşuyorum.Daha,henüz doğmamışken kaybettiklerimi arıyorum.Bedenini başkasına satan fahişeler gibi,ruhunu başkasına satanlardan kaçıyorum.Sadece,kendi ruhuma sığınıyorum bu aralar.Sadece,kendi dünyamdayım.Yaşadığım ülkenin gündemi,çevremdeki insanların tavırları beni hiç ilgilendirmiyor.Ben,ruhumu
n derinliklerine inmekle meşgulüm.İçimdeki bütün mutlulukları bir kenara bıraktım.Yalnızca,ruhuma acı veren düşüncelere odaklanıp onların nedenlerini bulmakla yükümlüyüm.’’İnsanı olgunlaştıran acılarıdır.’’ Derler.Ben,bu düşünceye katılmıyorum.Acılarına odaklanıp,dış dünyayla ilişkisini kesen,hayattan zevk alamayan bir insan için olgunlaşmak önemli midir? Olgunlaşmak:İnsanın kendisine haz veren olaylardan yola çıkarak kendisini daha da yüceltmek için elindeki bütün olanaklarla kendini geliştirebilmesidir.Acı çeken insan kendisiyle değil,acılarıyla ilgilenir.Kendisiyle ve hayatıyla ilgilenmeyen insan nasıl olgunlaşabilir? İşte,bu yüzden acılarımın nedenleriyle ilgilenmeyi tercih ediyorum ben.Onlara sebep olan olayları hayatımdan çıkarabilmek için ruhumla iş birliği yapıyorum bugünlerde.Sahip olduğum hayata hakkını verebilmek,onu tam anlamıyla yaşadım diye bilmek için.Biliyorum,hayat tüm çirkinlikleri ve güzellikleri ile bir bütün.Ben,hayatı masallara benzetiyorum.İçindeki tüm kötülük ve iyiliklere rağmen her zaman iyilerin kazandığı masala.Ya da hep mutlu sonla biten masallara…
Sahip olduğum hayat,ben daha doğmamışken bana yapabileceği en acı kötülüğü yaptı ve bunu hayatım boyunca taşımamı istedi benden.Taşıdım,taşıyorum da yüreğimin en derin yerinde.Ama hayat bir masalsa, masallarda hep iyiler kazanıyor ve her şey mutlu sonla bitiyorsa yaşadığım hayatın da tüm çirkinliklerine rağmen mutlu sonla biteceğini bilmek güzel.Nefes alıp veriyorsam,bir hayatım var demektir.Bunun için mutluyum.Ya nefes alabilecek bir bedenim olmasaydı? Hiç var olmasaydım bu hayatta? 
Unutma;Nefes aldığın süre yaşayacaksın.Ve, öyle ya da böyle bu masal mutlu sonla bitecek…


İREM NAZLINUR ÇETİN

10 Haziran 2011 Cuma

Yüreğim Boş Caddelerde Kaldı


YÜREĞİM BOŞ CADDELERDE KALDI

İki ayrı insan,iki farklı beden…
Farklı şehirlerde doğup büyüyen,ama yolları bir gün kesişen iki ruh.
Gözlerinin rengi farklı olsa da bakışları aynı anlamı taşıyor,derin ve sessiz.
Kalpleri,belki sevgi dolu belki de boş…
Tenleri henüz birbirine değmemiş,
Aşk kokan dudakları,henüz birbirine yapışmamış,
Heyecanlı ve titrek elleri henüz tutuşmamış,
Bedenleri coşkuyla çarpışmamış iki ayrı cinsiyet.
Onlar bir bütün değil, birbirine yarım kalmış iki meçhul insan.
Kalabalık bir caddede yürüyorlar ters yollara,
Aralarındaki mesafe arttıkça,duygularının esiri olmaktan çıkıyorlar .
Bir kalp,diğerini tanımamazlıktan geliyor.
İki yabancı şimdi onlar.
Birbirlerini hiç tanımadan hayali bir aşk yaşayıp,yabancılaşan iki fani.
Yürekleri birbirine geç kalmış iki ayrı sevgili…
Damarlarından akan iki ayrı aşk.
Ve ikiside farklı kişilere ait.
Biri Tanrı’ya,diğeri Tanrının yarattığı eşrefi mahluğa…
                                                                                                                              İREM NAZLINUR ÇETİN

26 Nisan 2011 Salı

ANILAR VE HAYALLER ARASINDA SIKIŞIP KALMIŞ BEDENLER

Büyük bir şehir kendi bölgesinde kendi çapında...Gündüzleri,kalabalık insan sürülerine ev sahipliği yapan ünlü caddeleri.Geceleri,görkemli ışıkların insanları süzdüğü parkları,yağmurun en hüzünlü gözyaşlarını denize döktüğü sahili,karanlık ışıkların altında olağanüstü durumların yaşandığı ücra köşeleri,kuklacılık sanatını bilmeyen güzelim insanların olduğu bir şehir burası ve benim ait olduğum şehir…
İstenilerek yaşanılan yerler vardır hani.Bazen de hayat şartlarından dolayı yaşanmak zorunda kalınan yerler.
Farkları nedir ne değildir bu şehirlerin ?
İnsanlar anılarının olduğu şehirleri mi seçer yaşamak için yoksa hiç kimseyi tanımayıp özgürce hayallerinin peşinden gitmek için ait olmadığı şehirlerimi severler ve yaşarlar ?
Bir şehir düşünüyorum yaratılmamış ve keşfedilmemiş.Sadece beyinde yaşayan,yaşatılan.Bir de istenilmeden yaratılan,yaratılması yaşanması zorunlu kılınan şehir düşünüyorum beyinde akılda olmayan gerçek olan.
Hangisinde daha özgürdür insan acaba ? Hangisinde mutluluğu yakalayabilmiştir tam anlamıyla ? Ya da hangisine ait hissetmiştir kendini ?
İnsanlar vardır anılarıyla geçmişe dönük yaşayan,
Ve yine insanlar vardır hayalleriyle geleceğe doğru yaşayan…
Şehirler vardır anıların ait olduğu.
Şehirler vardır hayal edilenlerin gerçek olacağı…

Anı(hatıra)kelimesi çok şey anımsatabilir insana.Hatta bir insanın birçok anısı vardır iyi ya da kötü.Ama insanlar kötü anıları hatırlamak istemezler, kaçarlar yüzleşemezler onlarla iyi anılarını hatırladıkça da geçmişe özlem duyarlar bugünü göremezler.Bir bakıma kördür anılarıyla yaşayan insanlar hep kör şehirleri seçerler yalnızca anılarına sarılabilmek için.Bir pırlanta kadar değerli ve hayatı yaşanılabilir kılan umutlarını hayallerini karanlık kuyulara atmışlardır onlar.Geri çıkaramazlar,anıları engeldir onlara.Yaşama karanlıklardan bakarlar,bu yüzdende aydınlık ürkütücü gelir.Hayat onlar için kapkaranlık bir tablodur adeta.İşte, bu yüzden anılar anılmamalıdır,sadece birer ‘’anı’’ olup geçmişte bırakılmalıdır,bırakılabilmelidir.
Ama hayaller…
Onlar masumdurlar.Anılar gibi hem iyi hem kötü olamazlar.Onlar hep iyidir mutluluk verir.Çünkü insanlar asla kötü bir şey hayal etmezler.Hayal ettikleri şeylerdir hayata bakış açılarını değiştirip,yaşama kuvvetini,inançlarını güçlendiren onları kör kuyulardan uzak tutan.İşte buradadır hayalleri anılardan anlamlı ve tozpembe kılan.
Hayallerdir beyinlerin içindeki o uç noktada düşünülenler.Öyle ya da böyle hayal eşittir hayattır.Ve hayat, gerçekleşmesi beklenilen hayallerin olduğu koskoca bir anı olarak kalacaktır sonsuzluğa uzanınca bedenler…

Anılarda,hayallerde,hayatta hepsi sonsuzluğa aittir.

                                           
Amasya 2010.                                                         
                                                                                                        13.11.10 22.53
                                                                                                       İREM NAZLINUR ÇETİN

22 Nisan 2011 Cuma


ADI AŞK BUNUN

Nereden ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum aslında.Hep düşünürdüm bir insan birini gerçekten yürekten sevebilir mi ? Hayat bulmacasını sevdiği insanı bulduğu an tamamlayabilir mi ? Ve yahut her bir hücresinde sevgiyi taşıyabilir mi diye.Evet oluyormuş.Can Yücel Ustanın dediği gibi:Yaşayınca anladım.Adı ‘’aşk’’bunun.Hiç inanmazdım bir gün aşk kavramına inanacağıma,aklımın ucundan bile geçmezdi.Hayat bu işte,sürprizlerle dolu diye boşa demiyorlar.Bir insanın hayatını daha önce hiç tanımadığı bir insan nasıl değiştirebilir ? Tabi ki onun hayatına girerek.Sevgili Aytuğ’un (Akdoğan)güzel bir sözü var bu konuda:’’Bir insanı tanıdıkça seversiniz ya da hiç tanımadığınız için.’’Hayatınıza girdikçe seversiniz onu tanıdıkça veyahut onda kendinizden parçalar bulup hayat yap bozunuzu tamamladıkça bağlanırsınız ona.Onsuz vakit geçmez her an her dakika yanınızda olmasını istersiniz.Yanınızda olmadığı geceler hayalini getirirsiniz gözünüzün önüne derin bir iç çekersiniz ‘’keşke şimdi yanımda olsaydı sımsıkı,kayıtsızca ve aşk dolu sarılabilseydim ona ‘’diye.O,hayatınıza girdiğinden beri değişmişsinizdir.Huyunuz eski huyunuz değildir.Kolay kolay kızamazsınız hiç kimseye hiçbir şeye çünkü yüreğinizde sadece sevgi vardır.Kin,nefret,öfke nedir bilmezsiniz.Bırakın duygularınızı dış görünüşünüz bile değişmiştir. Saçınız,başınız,bakışlarınız....Onun kokusu sinmiştir her bir hücrenize.Her an koklamak istersiniz.O eski siz değilsinizdir artık.Günden güne alışırsınız ona.Yarım elma iken bir anda bütün bir elma olursunuz hiç parçalanmamak üzere.Tüm benliğinizle sararsınız onu sigara dumanı misali.Hayatınız bir anda onun hayatı olur.Daha doğrusu o hayatınızın anlamı olur.Belki de şu sahte dünyada tek gerçeğiniz olmuştur.Belki de daraldığınız anlarda sığınacağınız bir liman,göz yaşlarınızı akıtabileceğiniz bir deniz,yüreğinize yol gösterecek bir yıldız,sert rüzgarlar estirecek haşin bir gökyüzü olmuştur hayatınızda.Sevginin değerini,kıymetini onunla anlar onunla yaşarsınız.Gece olup da başınızı yastığa her koyuşunuzda yalnızlığa ve gecenin sessizliğine inat onun sizinle birlikte olduğunu düşünür, anımsar ve gülümseyerek uykuya dalarsınız.Her sabah uyandığınızda gözlerinizi açtığınız an telefona gider elleriniz.Tatlı sıcacık bir günaydın mesajı içtenlikle sarar ruhunuzu,mutlulukla gülümsersiniz..Kahvaltılarınızın ayrı bir tadı olur, çayınızı yudumlarken hissedersiniz çayın sıcaklığı kadar onun yüreğinin sıcaklığını da.Kalp kalbe karşıdır her zaman.Her şarkı sözünde,her şiir satırında ya da yazdığınız her bir cümlede onun adı gizlidir, kalbinizde olduğu gibi.Nefes aldığınız her an onu tenefüs edersiniz her bir hücrenize bir daha hiç çıkmamak üzere.Kısaca yaşadığınız her yerde her şeyde nefes aldığınız her an her dakikada,bütün aşk kavramlarında bir daha hiç çıkarmamak üzere yüreğinize hapsettiğiniz hayatınızın anlamı sıfatını yakıştırdınız ‘’o’’ vardır.Gönlünüzden sevgi,yüreğinizden umut,gözlerinizden ışıltı ve ruhunuzdan aşk hiç eksilmesin.Yalın’dan bir şarkı sözüyle bitirmek istiyorum yazımı: Anladım her şey sensin!

Koydum sevinçlerimi önüme baktım hepsi sensin!
Yazdığım şiirlerin her hecesi…
Üzüldüğüm tüm filmler…
Yıpranmamış hayatlar büyük hüzünler bekler
Her işte bir hayır bu işte hepsi sensin !



                                                                                     İrem Nazlınur ÇETİN     
                                                                         

12 Şubat 2011 Cumartesi

Tesadüf mü ? Kader mi ?



Tanrı’ya inanırken kadere neden inanmamak istiyoruz? Ya da iyi veya kötü diye kader ayrımı yapıyoruz? Anlayamıyorum.Aklımın tek algıladığı iyi ya da kötü kader diye bir şey yoktur Kaderinin şekillendirdiği hayatı elindeki olanaklar çerçevesinde iyi koşullara dönüştüremeyen yeteneksiz insan vardır.Ve Bu yeteneksiz insan kadere inanıp güvenmese de kaderinin şekillendirdiği hayatı yaşamaya ve hayattaki tesadüf olmayan tesadüflere inanmaya mahkumdur.
Düşündüm de şimdiye kadar hayatımda tesadüf olmayan tesadüfleri yazacağım.Bakalım neler çıkacak..!  

07.02.11

Masum Dünya

Düşündüm de yaşadığım hayat,yaşamak istediğim hayattan çok uzak.Bunun sebebini kadere ya da tesadüflere bağlamayacağım.Çünkü,biliyorum ki yaşadığım hayatı yaşamak istediğim hayata dönüştürebilmek sadece benim elimde.Artık karamsarlık,umutsuzluk,kırılganlık yok ne yazılarımda,ne aklımda ne de ruhumda.Artık yepyeni bir ben olacak,bedenim var oldukça...
Merhaba mutlu hayat ben geldim !
                                                                                                                                   08.02.11

3 Şubat 2011 Perşembe

Alfabenin ''a'' harfi


Yüreğimin içinde bir başka yürek atıyor,henüz sahip olamadığım...


İ.N.Ç
31.12.10