23 Ağustos 2012 Perşembe

HAKİKAT

Yazmakta olduğum kitaptan ufak bir parça...


O’nu gördüğümde ay ışığının vurduğu bir masada tek başına oturuyordu. Üstüne alelacele geçirmiş olduğu belli olan bir tişört vardı. Yüzünde umarsız bir ifade olmasına karşın aklından sayısız düşüncenin geçtiği belliydi. Denize bakıyordu, karanlığın içinden ay ışığı sayesinde çıkan o dalgalara… Ne düşünüyordu kim bilir? Ya da düşündüğü biri var mıydı? Birileri tarafından terk mi edilmişti? Yoksa hayat mı onu kaderine terk etmişti?

Bir sıkıntısı olduğu belliydi. Çünkü derdi olmayan hiçbir insan bir saat içinde 3 paket sigarayı bitiremezdi. İçiyordu ve içindeki sıkıntıyı sigara dumanı sayesinde hayatın yüzüne üfleyerek çıkarıyordu belki de… Epeydir onu izliyordum fakat daha fazla dayanamamış ve yanına gitmeye karar vermiştim. Masanın üzerindeki çaydan son bir yudum daha alıp yavaş adımlarla ona doğru yürüdüm. Karşısına bir sandalye çekip oturduğumda hala denize bakıyordu. Sonra kafasını yavaşça çevirip yüzüme baktı. Dikkatli bir biçimde beni izliyordu. Bense hayata duyduğu öfkeyi gözlerinin içindeki siyah halkada görebiliyordum. Birbirini hiç tanımayan fakat aynı masada oturan iki insandık. Uzun bir süre hiç konuşmadık. Ta ki dudaklarını aralayıp, bana ‘’Sen hiç öldün mü? Diye sorana kadar. Önce ne diyeceğimi şaşırdım, sonra gözlerinin içine bakıp: ‘’Bana hayat veren varlık nefes almayı bıraktığından beri yaşamıyorum.’’ dedim. Alaycı bir şekilde güldü.

‘’Bir kimseyi sırf annen, baban, akraban veya arkadaşın olduğu için sevmek ve o kişiye bağlanmak zorunda değilsin. Bir insana bağlanmak demek onun için ölmek demektir. Bağlandığın insan hayatta olmadığı için yaşayan bir ölü olmayı tercih etmemelisin.’’ Dedi.

Masaya oturduğumdan beri ilk kez böylesine uzun bir cümle kurmuştu. Karşımdaki yabancıdan böyle bir tepki beklemiyordum. Şaşırmıştım. Bir insana tutkuyla bağlanmanın ve o insan öldüğünde onunla beraber ölmenin gülünç bir durum olduğunu daha önce idrak edemediğimi fark ettim. Ben sadece bağlandığım insanları severdim fakat bağlandığım o insan öldüğünde kendimi de öldürecek kadar delirmiş olduğumu hiç düşünmemiştim. Sanırım karşımdaki bu insandan öğreneceğim çok şey 
vardı.

    
İrem Nazlınur ÇETİN
              Amasya/ 2012

22 Ağustos 2012 Çarşamba

ON BİR


Olmadı küçük dostum, başaramadık. Sen hayata tutunamadın, ben hayata yeniden başlayamadım. Dünyanın dönmesi veya hayatın devam etmesi umrumda bile değil artık. Bundan sonra iyi bir insan da olmayacağım. Kötü insan olmayı ne kadar becereceğim onu da bilmiyorum ya, boşver. Deneyeceğim işte.

Hem hatırlıyor musun? ‘’Tanrı pes edenleri sevmez.’’ Demiştim sana. Öğrendim ki, Tanrı iyi insanları da sevmiyormuş minik dostum. İşte, ben de bu yüzden kötü bir insan olmaya karar verdim. Herkese veya her şeye karşı duyduğum öfke daha da büyüdü ve onu artık kontrol edememeye başladım. Kontrolden çıkmak üzereyim ve hayata karşı savunmasız da değilim artık. Gözlerimin içindeki siyah halkaya kimse görmesin, bilmesin diye binbir türlü düşünce (kirli ve nefret dolu) sakladım. İnsanların hakkımda çok fazla şey bilmesini istemiyorum. Beni anlamasınlar veya sevmesinler. Onları umursamıyorum. Düşündüğüm tek varlık, sensin.

Ama senin için üzülmedim diyemem.. Hiç hissetmediğim kadar kendimi kötü hissettim. Ağladım, duvarları yumrukladım ve hayata en içten küfürlerimi sundum.  Hiçbir şey değişmedi. Yüreğimize açılan büyük bir yarayla kalakaldık. Üstelik yarayan kanamıza (bazı şeyleri bilmediği halde) tuz basanlar bile oldu. Aldırmamaya çalıştık. Sustuk.

Neyse dostum, daha fazla yazamayacağım sanırım ama unutma ki, bir gün mutlaka herhangi bir dünyada buluşacağız. 


İrem Nazlınur ÇETİN